Warning: Trying to access array offset on value of type bool in /var/www/vhosts/medeniyetdernegi.org/httpdocs/wp-content/themes/medeniyet/functions/theme-functions.php on line 1510

Warning: Trying to access array offset on value of type bool in /var/www/vhosts/medeniyetdernegi.org/httpdocs/wp-content/themes/medeniyet/functions/theme-functions.php on line 1515

Warning: Trying to access array offset on value of type bool in /var/www/vhosts/medeniyetdernegi.org/httpdocs/wp-content/themes/medeniyet/functions/theme-functions.php on line 1537

Warning: Trying to access array offset on value of type bool in /var/www/vhosts/medeniyetdernegi.org/httpdocs/wp-content/themes/medeniyet/functions/theme-functions.php on line 1538

Warning: Trying to access array offset on value of type bool in /var/www/vhosts/medeniyetdernegi.org/httpdocs/wp-content/themes/medeniyet/functions/theme-functions.php on line 1539

Warning: Trying to access array offset on value of type bool in /var/www/vhosts/medeniyetdernegi.org/httpdocs/wp-content/themes/medeniyet/functions/theme-functions.php on line 1510

Warning: Trying to access array offset on value of type bool in /var/www/vhosts/medeniyetdernegi.org/httpdocs/wp-content/themes/medeniyet/functions/theme-functions.php on line 1515

Warning: Trying to access array offset on value of type bool in /var/www/vhosts/medeniyetdernegi.org/httpdocs/wp-content/themes/medeniyet/functions/theme-functions.php on line 1537

Warning: Trying to access array offset on value of type bool in /var/www/vhosts/medeniyetdernegi.org/httpdocs/wp-content/themes/medeniyet/functions/theme-functions.php on line 1538

Warning: Trying to access array offset on value of type bool in /var/www/vhosts/medeniyetdernegi.org/httpdocs/wp-content/themes/medeniyet/functions/theme-functions.php on line 1539

Yüzyılın Kan Davası

Aslında birbirini seven, saygı duyan iki milletiz biz. Bu dostluğun temelleri binli yılların başlarında atıldı. Bizans İmparatoru II. Basileios, 1022 yılında 40.000 Ermeni’ yi Anadolu topraklarına sürdü ve ardından 1046 yıllarında IX. Konstantin Ermeni hanedanlarını katlederek öldürdü. Bu gelişmelerden sonra Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey, Ermenilere sahip çıkarken sonraki yıllarda özerklik verdi. Ermeni halkının yükselişi ve refahı Osmanlı Devleti ile birlikte başlayıp, bir çağ kapatıp yeni bir çağ açan Fatih Sultan Mehmet Han döneminde en üst düzeye ulaşmıştı. Fatih Sultan Mehmet 1461 senesinde Bursa’daki Ermeni Piskoposu Hovakim’i İstanbul’a getirterek, kendisine patrik unvanı verdi ve bu doğrultuda kendi din adamlarını istedikleri gibi tayin etme izni verdi.

Ermenilere tanınan haklar bunlarla sınırlı kalmadı. Ermenice’yi ve Ermeni isimlerinin kullanılmasını serbest bırakan Osmanlı, Türk matbaasının kurulmasından 160 yıl önce, 1567 yılında Venedik’te matbaacılık eğitimi görmüş olan Sivaslı Apkar adındaki papaza, İstanbul’da bir Ermeni matbaası kurması için izin verdi. İstanbul’un ardından 1759’da İzmir, 1859’da Van, 1869’da Muş, 1871’de Sivas gibi Anadolu şehirlerinde de Ermeni matbaaları faaliyete geçmişti. 1908 tarihi itibarı ile yurt genelinde matbaa sayısı 38’e ulaşmış, 1910 yılında İstanbul’da Ermenice 5 gazete, 7 dergi çıkarılmaktadır.

Osmanlı döneminde Ermeni toplumu tarihinin en rahat ve en zengin dönemini yaşamıştır. Askerlikten ve kısmen vergiden muaf tutulmalarının yanı sıra içlerinde nazırları, mebusları, vezirleri, askerleri, doktorları, mimarları, tüccarları çoğalmış ve Millet-i Sadıka (Sadık Millet) şeklinde adlandırılmışlardır. 19. yüzyılın son çeyreğine kadar Osmanlı Devleti’nin milleti’nin Ermeni halkıyla bir sorunu olmamış ve yine aynı şekilde Ermenilerinde Osmanlı halkı ve devletiyle çözemediği halledemediği bir meselesi olmamıştı.

Ermeni toplumu ile Osmanlı’nın ilk ayrışması 19. yy. sonlarına doğru devletin zayıflamasıyla başladı. Milliyetçilik akımının etkisi ve Avrupa devletlerinin desteği ile tarihlerinde ilk defa devlet kurma sevdasına kapılan Ermeniler Rusya’nın da etkisiyle iç isyanlar çıkarmış, gönüllü birlikler ve Ermeni alaylar kurarak Rus’lar la beraber Osmanlı ya karşı savaşmışlar (Osmanlı- Rus harbi 1877-78) aynı zamanda Fransız ordularına katılıp Fransız üniformaları ile Anadolu’nun işgalini hazırlamışlardı.

Ermeni toplumunun işgalci devletlerin desteği ile Türklerden kopmaya başlamasının ardından Batı’nın da tam desteğini alabilmek maksadıyla kendilerini “ezilen bir toplum” olarak göstermeye ve “Anadolu üzerindeki egemenlik haklarının Türkler tarafından gasp edildiği” iddiasını dile getirmeye başlamışlardı.

Ermeniler 600 yıl beraberce yaşadıkları Türklerle beraber Osmanlı Devletinin temel unsurlarından birini oluşturuyorlardı. Ancak 3 Mart 1878 yılında imzalanan “Yeşilköy” Ayestefanos Antlaşmasından sonra Ermeni sorunu uluslararası bir belgeye yansımış ve Ermenistan diye bir bölgeden söz edilmeye başlanmıştır.

“Madde 16: Ermenistan’dan Rusya askerinin istilası altında bulunup Osmanlı Devleti’ne verilmesi gereken yerlerin boşaltılması oralarda iki devletin dostane ilişkilerinde zararlı karışıklıklara yol açabileceğinden, Osmanlı Devleti Ermenilerin barındığı eyaletlerde mahalli menfaatlerin gerektirdiği ıslahat ve düzenlemeyi vakit kaybetmeksizin yapmayı ve Ermenilerin Kürtlere ve Çerkezlere karşı güvenliklerini sağlamayı garanti eder.”

1878 yılında toplanan Berlin Kongresi sonucunda taraflarca imzalanan Berlin Antlaşmasının 61. maddesin de Ayestefanos Antlaşmasının 16. maddesi yerine şu hüküm getirildi:
“ Osmanlı Hükümeti, halkı Ermeni olan eyaletlerde mahalli ihtiyaçların gerektirdiği ıslahatları yapmayı ve Ermenilerin Çerkez ve Kürtlere karşı huzur ve güvenliklerini garanti etmeyi taahhüt eder ve bu konuda alınacak tedbirleri devletlere bildireceğinden, bu devletler söz konusu tedbirlerin uygulanmasını gözeteceklerdir.”

Berlin Antlaşmasının bu hükmü ile Türk-Ermeni ilişkilerine yabancı devletlerin müdahale edebilme hakkı olmuştur. Böylece Ermeniler, Ruslar ve İngilizler tarafından kullanılmaya başlanmış ama aynı zamanda Rusların yayılmacılığına karşı ileri bir karakol vazifesi görmüşlerdir. Buradan da anlaşılacağı üzere Ermeni Sorunu, Rusya ve İngiltere tarafından tarih sahnesine sunulmuş, devamında Osmanlı Devletinin yıkılma ve paylaşılma politikasının da hayata geçirilmesini sağlamıştır.

Bu antlaşmaların ardından Ermeniler, Rusya’nın sıcak denize inme politikası ve İngilizlerinde bunu engelleme çalışmaları doğrultusunda çığırdan çıkarak Anadolu’nun her yerinde her savaşta her isyanda boy göstermişlerdi. Fransızlar bu dönemde Ruslarla yakın irtibatta oldukları için Ermeni meselesine biraz daha geç müdahil oldular bu durum aynı zamanda İngilizlerle rekabet ortamında olmalarından kaynaklanmaktaydı.

1915 yılında I. Dünya savaşının başlamasıyla birkaç cephede savaşa giren Osmanlı aynı zamanda içeride de Ermenilerin körüklediği isyanlarla zor duruma düştü. Osmanlı Hükümeti, Emenilerin çıkardığı isyan ve yaptıkları katliamlar karşısında, Ermeni patriği, Ermeni milletvekilleri ve Ermeni halkının ileri gelenlerine “Ermenilerin Müslümanları arkadan vurmaya devam etmeleri halinde gerekli önlemleri alacağını” bildirdi. Ancak saldırılar durmak yerine daha da yoğunlaştı, savunmasız kalan kadın ve çocuklar katledilmeye başlayınca cephe gerisinin emniyete alınması ihtiyacı doğdu.

Bu nedenle, 24 Nisan 1915 tarihinde tüm Ermeni komiteleri kapatılmış, yöneticilerden 2345 kişi devlet aleyhine faaliyette bulunmak suçundan tutuklanarak Ankara ve Çankırı hapishanelerine yollanmıştır. Ermenilerin “ Ermeni soykırımının yıldönümü “ diye andıkları olay bundan ibarettir ve 27 Mayıs 1915 de çıkarılan Tehcir ( yer değiştirme ) kanunu ile hiçbir ilgisi yoktur.

Not: Osmanlı hükümetinin bu kararı üzerine harekete geçen Eçmiyazin Katogikosu Kevork, ABD Cumhurbaşkanı’na şu telgrafı göndermiştir:

“Sayın Başkan, Türk Ermenistan’ından aldığımız son haberlere göre, orada katliam başlamış ve organize bir terör, Ermeni halkının mevcudiyetini tehlikeye sokmuştur. Bu nazik anda Ekselanslarının ve büyük Amerikan Milletinin asil hislerine hitap ediyor, insaniyet ve Hıristiyanlık inancı adına, büyük Cumhuriyetinizin diplomatik temsilcilikleri vasıtasıyla derhal müdahale ederek, Türk fanatizminin şiddetine terkedilmiş Türkiye’deki halkımın korunmasını rica ediyorum.
Kevork,
Başpiskopos ve bütün Ermenilerin Katogikosu”

İstanbul hükümetinin meşru bir güvenlik tedbiri olarak aldığı tehcir kararının ardından, 16-55 yaş arasındaki bütün Ermeniler Bağdat demiryolu hattından en az 25 kilometre uzağa, şimdiki Suriye topraklarına göç ettirilecekti. Zorunlu göç, Mayıs ayinin sonunda yerel jandarma ve mülki amirlerin kontrolünde başladı. Hükümet yayınladığı emirlerle kimsenin zarar görmemesi için talimat verdi. Fakat yapılan is lojistik imkanları çok aşıyordu. Sonuç, beklendiği gibi olmadı ve çok sayıda masum insan yollarda öldü. Osmanlının zorunlu göçe tabi tuttuğu Ermenileri soykırım amacıyla hareket ettiğini söylemek koca bir yalan ve iftiradır, çünkü bu Osmanlının çok uluslu devlet yapısına uymamakla beraber İslam dini ve Türklerin örf, adet, gelenekleriyle de örtüşmeyen bir tutumdur. Zira 24 Temmuz 1917 tarihli bir memoranduma göre Osmanlı bürokrasindeki stratejik görevlerde halen orduya ve devlete sadık kalan 522 Ermeni görev yapıyordu. Buradan da anlaşılacağı üzere Osmanlının Ermeni halkıyla bir problemi yoktu. Bir diğer önemli konu ise Osmanlı Ermenilerin tamamını tehcire göndermemiş hastalar, yetimler, tüccarlar ve orduda görevli olanlar kalmış; gönderilenler için ise kamplarda hastaneler kurmuş, çeşitli ülkelerin sağlık ekiplerine kamplarda çalışmaları için izin verilmiştir. Ayrıca tehcir edilen halkın yol masrafları karşılanmış, Aşiretlerin ve sivil halkın saldırı ihtimaline karşı koruma olarak jandarma kuvvetleri görevlendirilmiştir.

Türk Tarih Kurumu eski başkanı Yusuf Halaçoğlu’nun Osmanlı Arşivlerine dayanan rakamlarında, 413.067 kişinin tehcire tabi tutulduğu, bölgedeki çetelerin saldırısı, hastalık vb. durumlarla toplam 56.610 Ermeninin öldüğünü aktarılmaktadır. Tehcire tabi tutulanlar ABD resmi kaynaklarına göre 486.000, Catholic Encyclopedia’ya göre 600.000, Salahi Sonyel’e göre 700.000 olarak geçmektedir

Osmanlı hükümeti yayınladığı emirlerle kimsenin zarar görmemesi için talimatlar verdi. Ancak yapılan iş devletin lojistik imkanlarını çok zorluyordu ve sonuç beklenin aksine çok sayıda insanın yollarda ölmesiyle sonuçlandı. Hükümet tehcir döneminde olaylarda ihmali görülenler hakkında soruşturma açtı 1.673 görevliyi tutukladı ve bunlardan 67 si idama mahkum edildi. 524 kişi çeşitli suçlardan dolayı hapse atılırken 68 kişi ağır işlerde çalışmaya mahkum edildi.

Fransız araştırmacı Georges de Maleville 1915 Ermeni Trajedisi adlı kitabında şöyle yorumlamıştır: Ermeni tehciri, yalnızca askeri bölgelere yakın olan yerlerde askeri bölgelerin güvenliğini sağlamak hem de Ermenilerin güvenliğini sağlamak amacıyla, Tehcir Kanunu’nun çıkmasından önce başladı. Düşmana karşı sempati beslediğinden endişe edilen halkın yerlerini değiştirme fikri ilk defa Türkler tarafından değil, Ruslar tarafından 20 Nisan 1915 tarihinde seçenek olarak kendi topraklarındaki Müslüman Türk azınlığa karşı ele alınmıştır. İttihat ve Terakki’nin başındaki en etkin kişi olan Enver Paşa Ruslar’ın tehcir yöntemini aşırı bulmuş ve uygulanacak tehcirin yalnızca müslümanların en yoğun olduğu yerlerdeki Ermeniler’in göç ettirilmesinin yeterli bulmuştur.

Bu gelişmelerin ardından İtilâf devletleriyle Osmanlı İmparatorluğu arasında 10 Ağustos 1920’de imzalanan, ama hiçbir zaman yürürlüğe girmeyen Sevr Antlaşması ise savaş suçları ve insanlık suçlarının uluslararası hukuka dahil edilmesi açısından önemli bir aşamadır. Burada, savaşan devletlerin düşman topraklarında işlediği suçların ötesine geçilir ve bir devletin ‘kendi egemenlik alanı içerisinde’, ‘kendi vatandaşlarına’ karşı işlenen suçların da yargılanacağı ilkesinden hareket edilir. Elbette gönderme yapılan husus, Ermeni tehciridir. Sevr’deki bu tanım, daha sonraları Nürnberg mahkemelerine temel oluşturacak ‘insanlığa karşı işlenen suçlar’ kategorisinin de ilk nüvesidir. Bilindiği gibi, Mustafa Kemal Atatürk önderliğindeki Kurtuluş Savaşı (ki eski İttihatçılar çeşitli nedenlerle, bu direnişin içindedirler) başarıya ulaşır ve 1923 yılında, Lozan Antlaşması imzalanır. Lozan Antlaşması, zaten hiçbir zaman yürürlüğe girmemiş olan Sevr Antlaşması’nın yerine geçmiş ve onu iptal etmiştir.

Dolayısıyla, bu antlaşmada sözü edilen Ermeni tehciri yargılamaları da yapılmaz. Çünkü Lozan Antlaşması’nda konuyla ilgili düzenleme, Genel Affa İlişkin Açıklama ve Protokol (Ek VIII) hükümleridir. Buradaki ilgimizi çekmesi gereken nokta bu VIII. ekin giriş cümlesidir: ‘Doğu’da barışı bozmuş olan olayların (doğrudan ‘tehcir’in kastedildiği açıktır) unutulması isteğini bütün devletler paylaştığından’ 1914 ile 1922 arasında siyasi veya askeri nedenlerle bu devletlerin makamlarınca tutuklananlar, kovuşturulanlar ve hükümlüler genel aftan yararlanacaklardır. Batılı devletler, Ermeni tehcirini Lozan ile ‘affetmişlerdir.’

BM tarafından Soykırım Yasası’nın kabulünden itibaren Ermeniler, 1915 tehcirinin de bir soykırım olduğuna dair iddialarını yüksek sesle dile getirmeye başladılar. Yine aynı tarihlerde ABD, Fransa, İngiltere, Almanya gibi ülkelerdeki çoğunluğu 1918-1920 yıllarında kendi istekleriyle Osmanlı Devleti’ni terk eden neslin ilk ve ikinci kuşağına mensup diaspora Ermenileri, Ermeni kimliğinin önemli öğeleri olan dil, yaşam tarzı ve cemaat alışkanlıklarının yok olmaya başladığını fark etmişlerdir. Ermeni kimliğinin erimesinden dolayı varoluş tehdidi yaşamaya başlayan Ermeni Kilisesi, başta Hınçak ve Taşnak Partileri ve yardım kuruluşları aracılığıyla, Ermeni toplumunun yaşadığı ülke ile kaynaşmasını önlemeyecek, ama Ermeni kimliğini canlı tutacak yegâne formül olarak soykırım iddialarını ortaya atmıştır. Soykırım hayali imgesinin doğmasını sağlayan gerçek, bu diaspora Ermenilerinin hiçbirinin, siyasi istikrar, doğal kaynak ve sosyal yaşam yönleriyle zayıf olan Ermenistan Devletini, geri dönülecek bir anavatan olarak algılamaması olmuştur. Bu hayali imge, hem duygusal olarak bir kimlik inşası sağlamakta yardımcı olmuş, hem de bu kimliği nesilden nesile aktaran ve pekiştiren güçlü bir hayali anavatan işlevi görmesini sağlamıştı.

Ermeni Diasporası bunlarla yetinmeyip gayri yasal yollardan da 1973 -1984 yılları arasında dünyanın çeşitli yerlerinde toplam 110 terörist saldırıda 42 Türk diplomatını ve vatandaşını öldüren ASALA gibi terörist grupları kurdu. Ermenistan Parlamentosu’nca 23 Ağustos 1990’da kabul edilen bildiride; “Ermenistan Cumhuriyeti, Osmanlı Türkiyesi ve Batı Ermenistan’da gerçekleştirilen 1915 soykırımının uluslar arası kabul görmesi çabasını destekler” maddesine yer verildi. 23 Eylül 1991’de bağımsızlığını ilan eden Ermenistan Cumhuriyeti, Türkiye’ye yönelik “sözde soykırım” iddialarını bir devlet politikası haline getirdi.

Ermeni meselesi diye bilinen ve son günlerde özellikle ABD Başkanı Obama’nın da seçim vaadi olarak kullandığı ve gündeme getirdiği bu durum, Ermenilerin istekleri ve beklentileri doğrultusunda gelişmektedir. Obama, Reagan sonrası Amerikan başkanlarının bugüne kadar yaptığı açıklamaların en ağırını yaptı! Evet sadece “soykırım” demedi ama açıklaması çok ağır, tek taraflı ve suçlayıcıdır.

Ancak Ermenilerin Avrupa devletleri ile ilişkilerinde durum biraz daha farklıdır. Avrupa’da Ermeniler hiçbir zaman belirleyici taraf olamamakla birlikte Avrupa devletlerinin siyasi bir piyonu olmaktan ileriye de gidememişlerdir. Bu ilişkilerin Avrupa Devletlerine çıkarlar sağladı bir gerçektir. Fakat olaya Ermeniler açısından baktığımızda onlara sağladığı yarar konusunda somut bir şey görmemiz mümkün değildir. Aksine bu ilişkilerin uzun vadede Ermenilere zarar verdiği de söylenebilir. Bu ilişkiler neticesinde Ermeniler arasında değişik mezhepler yayılmış ve bu mezheplere bağlı oluşan cemaatlerle Ermeniler parçalanmışlardır. Ayrıca Avrupa Devletlerinin kışkırtması ile meydana gelen isyanlar sonucu Ermenilerin içinde yaşadıkları Devletle arası açılmış ve karşılıklı can kayıpları olmuştur. Ermenilerin yaşadıkları bölgelerdeki huzurlarının kaçmasında birinci derece de etkili olan Avrupa Devletlerinin kışkırtmalarıdır. Ermenileri Osmanlı yönetiminden, baskılarından kurtarmak ve onlara bağımsızlık vermek hedefi ile yola çıkan Avrupa Devletleri bölgedeki çıkarları sona erince Ermenileri kendi hallerine bırakmışlardır. Diğer bir söylemle Ermeni Sorunu Avrupa Devletleri İçin bir İnsanlık, bir bağımsızlık meselesi değil bir sömürgecilik meselesi olmaktan ileri geçememiştir.
Meseleye tabi birde Azerbaycan açısından bakmak gerekir. Rus ordusunun desteği ile 1990 yılının Ağustos ve Eylül aylarında Dağlık Karabağ da başlayan ve 25–26 Şubat 1992’de Hocalı’ya ulaşan Ermeni kuvvetlerince gerçekleştirilen Hocalı katliamı ve Dağlık Karabağ’ın işgali ile sonuçlanan bir durum vardır.

Hocalı katliamı hala görmezden geliniyor. Dağlık Karabağ ise yıllardır Ermeni işgali altındadır. Avrupa devletleri ve ABD bu duruma sessiz kalırken her yıl sözde soykırım olayını gündeme taşımaları ise manidardır. Dünyada 1915 olaylarına soykırım diyen akademik yayınlar artıyor; 20’ye yakın ülke bunu resmen tanıdı. Türkiye’nin üzerinde hem akademik hem siyasi planda gittikçe ağırlaşan bu “soykırım” baskısına Obama da bu konuşmasıyla katkıda bulunmuştur! Bir tek o kelimeyi kullanmadığı kalmıştır! Mesele sadece tarihimizle ilgili manevi bir itibar sorunu değildir. “Soykırım” iddiasının ardında Ermeni milliyetçilerinin siyasi hesaplarının da olduğu unutulmamalıdır.

Türkiye, Ermenistan ile sınır kapılarını açacaktır ve açmalıdır da. Ancak bunun vazgeçilmez şartları Ermenistan’ın Dağlık Karabağ işgalini sona erdirmesi ve de Türkiye üzerindeki toprak ve sözde soykırım iddialarından vazgeçmesidir.