Prof. Dr. İsmail Kara, Medeniyet Gençliği Fikir ve Düşünce Atölyesi “İslamcılık” başlığıyla verdiği seminerde yeni din yorumlarına ve klasik İslâm düşüncesi ve çağdaş İslâm düşüncesinde siyaset düşüncesini ve Türkiye’de Meşrutiyet Dönemi’nde siyasi düşüncenin toplumun değerlerine göre nasıl şekillendiğini anlattı. Konunun tafsilatlı olarak anlatılması için geniş bir zamana ihtiyaç olduğunun altını çizerek konuşmasına başlayan Kara, öncelikle hem Türkiye’de hem Batı’da yapılan İslâm tartışmalarının temel sorusu üzerinde düşünmek gerektiğine değindi.
İslam demokrasiyle bağdaşır mı? “İslam’da siyaset başlığı altında yapılan bütün tartışmaların esas sorusu; ‘İslâm demokrasiyle bağdaşır mı?’ sorusudur. Oryantalistler Machiavelli’den beri İslâm’ın demokrasiye açık olmadığını söyler. Bu İslâm’a yapılan bilinçli bir saldırıdır.Demokrasiye açık değildir derken, despotiktir demek isterler. Batılıların İslam toplumları için çizdiği üç tablo vardır: İlki elinde kılıç, etrafı kan gölü bir padişah ve ordusu; ikincisi bir erkeğin arkasında yürüyen dört kadın ve onlara aç gözlerle bakan erkekler, üçüncüsü ise vurdumduymaz, kahvelerde keyif yapan, nargile içen, çalışmayan bir toplum. Gerek resimlerle gerek yazılı olarak onlarca örneği çizilen bu tablolar, bugün aynı zamanda bizim iç problemlerimiz haline gelmiştir. Şimdi hâlâ bu üç tablonun gölgesinde Müslüman toplumlarının problemlerini tartışıyoruz. Hâlbuki tartışmalarımızın konusunu, İslâm’ın iç dinamiklerinden kaynaklanmış sorular ve problemler olmalıydı.
Modernleşme ile birlikte bunlarla kendi problemimiz olarak ilgilenmekle, dışarıdan bize gelmiş problemler olarak ilgilenmek arasında ciddi bir fark ortaya çıkmıştır.” Sözlerine Meşrutiyet Dönemi’ni anlatarak devam eden Prof. Dr. İsmail Kara; İslâm dünyasında meşruluğun birinci kaynağının daima din olduğunu söyleyerek, Meşrutiyet’i İslâm’ın içinden konuşmak ve anlatmak gerektiğini şu sözlerle ifade etti: “Meşrutiyet’in kurumları Müslüman halka benimsetilirken dini bir dil kullanılmıştır. Meclis; meşveret-şura kavramları üzerinden açıklanmış, Kanun-i Esasi ise millete şeriat ve Kur’an üzerinden din vurgulu bir izahla kabul ettirilmiştir. Meclis, halife padişahın hak ve yetkilerini kısıtlarken, anayasa temel hak ve özgürlükleri tayin, devletin hak ve sorumluluklarını tayin ve tarif yetkisi verilmiştir. Dini dil üzerinden açıklanan meclis ve anayasa sonucu benim gençliğimde hala kullanılan ‘Anayasamız Kur’an’dır’ sloganı ortaya çıkmıştır. İran’da da devrimle bu söylem kullanılmaya başlanmıştır. Mursi’nin tutuklanmasına kadar Mısır’da da Müslüman Kardeşler bu sloganı yeniden kullanmaya başlamıştır. Ortadoğu coğrafyasında da görebileceğimiz bu slogan, Meşrutiyet idaresinin ana ayaklarından biridir. Eşitlik, özgürlük gibi söylemleri içine alarak bu konularda dini bir geçit sağlanmıştır.” Önce adalet Klasik İslâm düşüncesinde adalet kavramı öncelikli iken, çağdaş İslâm düşüncesinde yani modern dönemde meşveret-şura ve eşitlik, özgürlük kavramlarının öne çıkarıldığını ifade eden Kara; buna rağmen toplum için hâlâ adalet kavramının daha önemli olduğunu şu sözlerle vurguladı: “Bugün AK Parti’nin adında adalet geçiyor. Erbakan adil düzen diyordu sebepsiz değildir. Toplumun önüne çıkarken bayraklaştırdıkları şey, bu toplumdaki eşitlik, özgürlükten daha önemli olan siyasi kültür kavramı adalet oluyor. Türkiye’de yaşayan vatandaşın kafasında; başında bulunanların meşruiyeti, nasıl geldiği üzerinden değil, ne yaptıkları üzerinden ölçülür. Nasıl geldiğini önemsemez.” şekilinde konuştu.